Hobbit serisinin ikinci filmine nihayet eriştik. İkinci filmi de ilk filmle (Hobbit: Beklenmedik Yolculuk (The Hobbit: An Unexpected Journey)) tam bir yıl arayla aynı gün yazıyor olmanın zamanlamasının manidarlığına dikkat çekerek başlıyorum satırlarıma :D
Efenim, bildiğiniz üzere aslında film hobbitlerden çok cücelerin mücadelesine dayalı. Yani cüceler bu kadar itilmiş, çağtan düşmüş olmasalar filmin adını “Cüce: Elflerin ihaneti”, “Cüce: Cüceysem günahım ne”, “Cüce: Smaug sen mi büyüksün beni mi” gibi isimler bile alabilirdi. Mukadderat işte.
Aslına bakılırsa Yüzüklerin Efendisi serisinin anlamak için tamamlayıcı olarak da değerlendiriyorum filmi. Bilbo kimdir, Orklar neden karaktersizdir, yüzükler ne ayaktır, Elflerin cücelerden ne alıp veremediği vardır, insanlar neden zayıftır gibi sorulara da ufaktan ufaktan, alttan alttan cevaplamaktadır.
Gelelim filme. Bence üçlemelerini ikinci filmleri bahtsızdır. İlkini izlemeden başını anlamaz, sonuncu izlenmeden de duramaz insan. O yüzden ikinci filmler sanki biraz yavandır. Hele ki heyecanla biterse tam havaya girmişken tadı damağında kalır, yönetmene, senariste naif küfürler yağdırabilirsiniz. Üzerine de bi nane anlamadık diye saydırabilirsiniz.
Neyse izleyenlerden aldığım geri dönüşler çoğu kötü olduğuydu. Bu nedenle beklentim yerlerde bir şekilde gittim. Belki ondan belki hakkaten iyi olduğundan belki de son zamanlarda keyifim çok şükür yerinde olduğu için oldukça eğlenceli geldi. İzlerken keyif aldım ve üçüncü filmi daha bir hevesle bekler oldum.
Öte yandan üçlemenin daha doğrusu Yüzüklerin Efendisi ekosisteminin en önemli mesajı olan insan açgözlülüğü konusunda ince mesajlar veriliyor. Bolca demek isterdim ama sadece bence bir sahnede veriliyor ama tüm filme yeter de artar bence. Uçsuz bucaksız hazineyi gören Meşekalkan’ın gözünün oynaması ve biraz delirtmesi. O kadar anlık ama o kadar etkileyici geldiki bana, bilemiyorum, tüm seriyi toplasan o sahne ederdi diye düşünüyorum. Tabii bahsettiğim fikir anlamında.
Ha bir de “biz böyle bir Elf Kralı tanımadık” demek istiyorum. Hafif kırık bir Elf Kralı, bir de nasıl karaktersiz nasıl şerefsiz çıktı öyle. Fakir kız zengin oğlan muhabbeti bile yaptı. Legolas’a yapılır mı birader bu! Bi de tabii insanın aklına şu geliyor, “ula bu adamlar ölümsüzse kralın oğlu da sonsuza kadar kralın oğlu olarak mı kalıyor”. Hadi ateyizler bunu da açıklayın.
Bunların dışında gözüme çarpanlar Elflerin fıçı sanayiinde ulaştıkları son nokta ile Don Guldur kalesi inşaası sırasında gördüğüm iş güvenliğine aykırı hareketler. Yani “Orktan bol ne var” diye güvenlik önlemi, emniyet kemeri kullanılmadan çalıştırılmaları yüreğimi burktu. Smaug’un da ilk filmde pek göremediğimiz esprili kişiliği de “Smaug iyi de çevresi kötü” deditti resmen.
Ezcümle, toparlamak gerekirse keyifliydi, inşallah yükselen beklentimizi son filmi tatmin eder.