Benjamin Button

Dikkat! Bolca "Spoiler" içerebilir!
-->

Can Yücel’in şiiriydi,  Hayatı Tersten Yaşamak ismi. En azından internette dolaşan aşağıdaki şiirdi. İlk okuduğumda çok ilgimi çekmişti. Adamlar da gitmişler aynen bunu film yapmışlar. Tabi bazı değişikliklerle mesela camii kısmı gibi :). Neyse topluca gittik, güzeldi, ancak sonunu biliyorduk, adam yaşlı doğuyor, bebek olarak ölüyor.  Fikir güzel ancak maddenin doğasına aykırı. Eskimek yerine yenilenmek. Filmde Benjamin’in ilişkisi de aslında tersine işliyordu. Önce kavga, gürültü, sonra mutluluk en son da hiç tanışmamış gibi bir anda ayrılık… İlginç bir filmdi, ara ara sıkıldığımı hissettiğim oldu ancak filmin geneli başarılıydı. Ancak filmi izlediğimde düşünmeden edemedim, böyle bir adam Türkiye’de yaşayabilir miydi diye? Mesela bunun sekiz yıllık temel eğitimi var, ÖSS’si var, daha da askerliği var. Her şeyi geçtim, kimse garipsemiyor adamı, valla Türkiye’de olsa sirke çıkarırlar adamı. Sağlık Bakanlığı incelemeye alır, Nüfüs Müdürlüğü ile birbirlerine girerler. Show Haber’e çıkar, diğer tvler de en hakiki tersine yaşayan adam bizde yarışına girerler, maazallah gelin – damat yarışmalarına bile çıkartırlardı. Neyse Brad amca da güzel oynamış, bazı tutarsızlıklar ve her popüler Amerikan filminde olduğu gibi “dünyanın hakimi biziz” havasındaki ufak tefek mesajları saymazsak hayatın başı sonu aynı ortası güzel felsefesini de güzelce vermişler. Uzunca bi cümle oldu, idare edin. Uzun lafın kısası, tavsiye ederim, görülesi bir film, ikincisi çekilir mi, zannetmiyorum, çekilirse de Kelebek Etkisi felaketine döner gibi geliyor :)

Yaşamın en tatsız tarafı sona eriş seklidir..
Şüphesiz ki yaşamı tersten yaşamak daha güzel,
Hatta mükemmel olurdu.
Nasıl mi ? Cami’de uyanıyorsunuz. Bir tahta sandık içersinde,

Herkes karsınızda saf durmuş, iyiliğinize dua ediyor ve tüm haklar helal edilmiş
vaziyette. tabuttan doğruluyorsunuz, yaşlı,
Olgun ve ağırbaşlı olarak.
Herkes etrafınızda, büyük bir
İtibar, iltifatlar, çocuklar torunlar hepsi
Hazır.arabanıza kurulup evinize gidiyorsunuz.
Doğar doğmaz devlet size maaş bağlıyor, aylık veya üç ayda bir maaşınızı
alıyorsunuz.

Ne güzel, hazır maaş, hazır ev….
Altmışlı yaşlara kadar her şey garanti, huzur içinde yaşıyorsunuz.

Sağlığınız gittikçe düzeliyor, kaslar güçleniyor, kuvvetleniyorsunuz.

Bir gün çalışmak istiyorsunuz ve ise ilk başladığınız günsize hoş geldin hediyesi olarak bir plaket ve altın kol saati veriyor patronunuz..

Ve genel müdürlük veya bunun gibi yüksek bir makamdan tecrübeli bir
insan olarak ise başlıyorsunuz.

Herkes karsınızdael pençe divan…vücudunuzda da bazı hoşa giden hareketler
de başlıyor. Gittikçe zayıflıyor forma giriyorsunuz.
Diğer hormonal aktiviteler artıyor,
fevkalade… aman ne güzel günler başlıyor…
Derken bir gün patron size artık üniversiteye
gitsen daha iyi olur diyor. Bu arada babanız ortaya çıkmış, “fazla çalıştın” diyor “artık eve dön, işi bırak, okumaya basla, harçlığın benden olsun…” keyfe bakar misiniz?
Okuduğunuz dersler gittikçe kolaylaşıyor. Ekmek elden, su gölden bir dönem başlıyor. Partiler, diskotekler, kızların sayısı artıyor.

Derken anne ve babanız sizi götürüp getirmeye başlıyor, araba kullanma derdi de yok artık….
Günün birinde sizi okuldan da alıyorlar, “evde otur, keyfine bak, oyuncaklarınla oyna” diyorlar..
Mamanız ağzınıza veriliyor, zaman zaman altınızı bile temizliyorlar, hatta bu durum alışkanlık yaratıyor ve hiç tuvalet kullanmamaya başlıyorsunuz.
Derken anneniz bir gün size süt verme kararını alıyor ve başka bir keyifli dönem başlıyor.
Mama artık her yerde, her an ve en taze şeklinde hazır. Bir gün karanlık ilik ve sıcak bir ortama giriyorsunuz. Beslenmek için ağzınızı açmaya dahi gerek yok, bir kordondan besleniyor,
sıcacık, yumuşacık, gürültü ve patırtısız bir ortamda yasıyorsunuz.
Küçülüyor, küçülüyor, ufacık bir hücre halini alıyorsunuz.
Ve günün birinde müthiş bir

Olayla hayatiniz bitiyor… ; )

Comments are closed.