Tema
Ali Şahin’in karakteri doğrultusunda öğretmenlerin yeni fikirlere açık, kendini pekiştiren, tarafsız, insanlara karşı sevecen, anlayışlı. bilime saygılı, vatansever, sabırlı, esnek, hoşgörülü, mücadeleci, bir insan olmaları gerektiğini veriyor.
Romanda anlatılmak istenen
Bizlerin bilmediği o dönemlerdeki Türkiye’nin içinde bulunduğu hüzünlü, karmaşık durumu anlatıyor. Bu roman sayesinde o dönemde yaşanan insan ilişkilerini, fikir çatışmalarını, gericiliğe ve gericilere karşı idealist insanların verdiği mücadeleleri, karşılaşılan zorlukları daha iyi anlamamızı sağlıyor. Atatürk Devrimi’nin o coşkulu havası içinde, çok güçlü sezgi ve gözlemlerle kaleme alınmış bu kitapta toplumun o günkü sorunlarını yürekli bir şekilde tartışabiliyoruz.
Yazar: Reşat Nuri Güntekin
Hayatı
25 Kasım 1889 günü İstanbul’da doğan Reşat Nuri Güntekin, bir asker hekimin oğlu. İlk öğrenimini Selimiye ve Çanakkale mahalle mektebinde tamamladıktan sonra (1909), Galatasaray Lisesi’nde ve İzmir Frere’ler okulunda okumuştur. Daha sonra İstanbul Darülfünunu Edebiyat Şubesi’ne (Fakültesine) girmiş ve buradan mezun olmuştur (1912). Bursa Lisesi’nde, İstanbul’da Vefa, İstanbul Erkek, çamlıca. Kabataş, Galatasaray, Erenköy liselerinde edebiyat öğretmenliği ve müdürlük yapmıştır. Daha sonra Milli Eğitim Müfettişliğine getirilmiştir (1927). Güntekin daha sonra çanakkale milletvekili seçilmiş (1939), sonra yeniden Milli Eğitim’e dönmüş (1943), başmüfettiş olmuştur (1947). Bu görevdeyken UNESCO’nun Türkiye temsilcisi ve öğrenci müfettişi sıfatıyla aynı yıl Paris’e gitmiştir. Paris Kültür Ateseliği yaptı. Daha sonra emekliye ayrılan (1954) Güntekin yurda dönüşünde İstanbul Şehir Tiyatroları Edebi Kurul üyeliğine seçilmiştir. Reşat Nuri Güntekin, hastalanması üzerine tedavi için gönderildiği Londra’da 7 Aralık 1956 tarihinde olmuştur.
Yazın Yaşamı
Edebiyat ilgisinin lalasının anlattığı bir masalda duyduğu dizelerle uyandığını, Fatma Aliye Hanım’ın Udi romanı ve Muallim Naci’nin şiirleri ile ilginin güçlendiğini, Halit Ziya’nın öykü ve romanlarını okuduktan sonra ise yazar olmaya yöneldiğini söyleyen Güntekin, yazın dünyasına imzasız yayımladığı şiirlerle girmiştir. Reşat Nuri, İ. Dünya Savaşı sırasında Le Pensee Türque dergisine yazdığı Türk edebiyatı ile ilgili makaleler ve Zaman gazetesinde yazdığı tiyatro eleştirileriyle dikkati çekmiştir. Güntekin’in yayımlanan ilk öyküsü “Eski Ahbab” Diken dergisinde çıkmıştır (1917). Cemil Nimet takma adıyla yazdığı ilk romanı Harabelerin çiçeği de Zaman gazetesinde tefrika edilmiştir (1918).
Yazarlığının başka bir kanalını oluşturan oyunlarının ilki olan “Hakiki Kahraman”ı da bu yıllarda yazmıştır (1919). Bu arada Dersaadet gazetesinde tefrika edilmeye başlanan Gizli El daha ilk sayıda sansüre uğramış, ancak üç yıl sonra kitap halinde çıkabilmiştir. Güntekin, İbnurrefik Ahmet Nuri, Münif Fehim ve Mahmut Yesarı ile Kelebek adlı bir mizah dergisi çıkarmış (1924), burada “Ateş Böceği”, “Ağustos Böceği” gibi takma adlarla mizahı yazılar yayımlamıştır. Reşat Nuri, Cumhuriyet’in ideoloji ve devrimlerini savunan Memleket adlı bir günlük gazete de çıkarmış, ancak yaşatamamıştır (1947). Güntekin 1918-1955 yılları arasında İnci, Edebi Mecmua, Büyük Mecmua, Nedim, S⩲, Hayat, Güneş, Muhit, Yeni Türk, Ana Yurt, Ayda Bir, Akbaba, Yedigün, Aile, Varlık, Türk Dili, Türk Yurdu, Temasa Mecmuası, Yeni Mecmua, Darülbedayi Mecmuası, Türk Tiyatrosu Mecmuası gibi tüm önemli dergilerde yazmıştır. Reşat Nuri Güntekin öykü, roman, oyun türlerinde yapıtlar vermiş, tiyatro eleştirileri yazmış ve çeşitli çeviriler yapmıştır. Başlıca Eserleri çalıkusu Reşat Nuri Güntekin, en bilinen romanı çalıkusu’nu önce İstanbul Kızı adıyla dört perdelik bir oyun olarak yazdı. Yapıtı 1922’de Vakit Gazetesi’nde çalıkusu adıyla roman olarak yayınlanınca büyük ilgi gördü. Romanın ana temasını Feride’nin bir aşk kırgını olarak Anadolu’da öğretmenlik yapmayı seçmesi, oradaki yoksul insanlara kendini adaması oluşturmaktadır. Reşat Nuri, bu romanında Kurtuluş Savaşı Anadolu’şunun insanını ve çevresini gerçekçi bir bakışla yansıtmıştır. çalıkusu, duygusal bir olayı anlatır. Ama bu duygusal olay içinde dönemin toplumsal sorunlarının eleştirel olarak ortaya konulması, Feride’nin varlığında özverili bir kişiliğin çizilmesi okurları etkileyen unsurların başında gelir. çalıkusu, Türkiye’de yeni bir dönemin başlamasını özendiren bir romandır. Gizli El Gizli El, Reşat Nuri’nin en önemli romanlarından biri ve Türk Edebiyatı’nın klasiklerindendir. İlk olarak 1920’de Dersaadet Gazetesi’nde yayımlanmaya başladı. Romanda devlet adamlarına satasıldığı gerekçesiyle sansür edildi ve gazetede yayınlanması durduruldu. Reşat Nuri de yapıtında değişiklikler yapmak zorunda kaldı. Gizli El yayınlandığında, Reşat Nuri yazdığı önsözde değişiklikleri açıkladı. O, yönetim mekanizmasını eleştirmek istemiş ama sansürün baskısı karşısında romanın özünü aile ve geçim sıkıntıları sorunlarına kaydırmak zorunda kalmıştı.
Diğer Eserleri öykü Recm, Gençlik ve Güzellik (1919), Roçild Bey (1919), Eski Ahbab (Tarihsiz), Tanrı Misafiri (1927), Sönmüş Yıldızlar (1928), Leyla ile Mecnun (1928), Olağan İşler (1930), Roman çalıkusu (1922), Gizli El (1924), Damga (1924), Dudaktan kalbe (1924), Akşam Güneşi (1926), Bir Kadın Düşmanı (1927), Yeşil Gece (1928), Acımak (1928), Yaprak Dökümü (1939), Değirmen (1944), Kızılcık Dağları (1944), Miskinler Tekkesi (1946), Harabelerin çiçeği (1953), Kavak Yelleri (1961), Son Sığınak (1961), Kan Davası (1962), Ateş Gecesi(1953) Oyun Hançer (1920), Eski Rüya (1922), ümidin Güneşi (1924), Gazeteci Düşmanı, Şemsiye Hırsızı, İhtiyar Serseri (1925, üç oyun), Taş Parçası (1926), Bir Köy Hocası (1928), İstiklal(1933), Hülleci (1933), Yaprak Dökümü (1971), Eski Şarkı(1971), Balıkesir Muhasebecisi (1971), Tanrıdağı Ziyafeti (1971) vb. Gezi Anadolu Notları (1936 iki cilt)
Ana karakterler
Ali Şahin (Şahin Efendi): İlk öğrenimini medresede başlayan fakat softaların düşüncelerini kabul etmeyen bu yüzden kendi içinde çatışmalara girmiş bir genç. Bu çatışmadan kurtulmak ve vatanın içinde bulunduğu durumdan sadece yeni okulların, öğretmenlerin kurtaracağına inandığı için öğretmen olmuştur. İmanı tam, cesaretli , dürüst, mütevazı ve idealist bir öğretmen. Sevecen, akıllı, duygusal bir insan.
Deli Necip: Belediye mühendisi atak ve taşkın bir adam olduğu için kasaba halkı tarafından “deli” lakabı verilmiştir. Açık sözlü, kimseden korkmayan her düşüncesini söyleyen idealist bir insan Şahin’in inandığı ve onunla aynı fikirde olduğu dosttu.
Rasim: Emir Dede İlkokulu’nun öğretmenlerinden. Necip’ den sonra Şahin’in ikinci dava arkadaşı. Zeki, ateşli ve milliyetçi bir genç. Balkan Savaşı’na gönüllü gitmiş ve sağ ayağını kaybetmiş idealist bir insandır.
Eyüp Hoca: Koyu müslüman görünüp türlü entrikalarla kendi menfaatine uygun her türlü işi yapan, önüne çıkanları acımadan yok eden, düşmanla işbirliği yapacak kadar menfaatçı bir insandır.
Romanın Geniş özeti
1.KISIM
Roman, kahramanımız Şahin Efendi’nin Maarif Nezareti Tedrisat-ı İptidaiye Birinci Şube Müdürü Basri Bey’i ziyaretiyle başlar. Bu ziyaret sırasında Basri Bey önce Şahin Efendi’nin İstanbul’a atanmak isteyen diğer muallimlerden biri olduğunu zannederek çıkışır ancak Şahin Efendi’nin niyeti İstanbul’a çıkan tayinini, İzmir Sarıova’ya tayini çıkan bir başka arkadaşıyla değiştirmek istemektedir.Basri Bey hayretler içinde kalır, bir türlü anlam veremediği bu isteği kabul eder ve Şahin Efendi’yi tutuculuğu ve softalığıyla bilinen,on iki haneye bir cami,mescit ya da medrese düşen,çocukların bile sarık sardığı Sarıova’ya tayin eder.
Şahin Efendi, bir kaç gün sonra harcırahini alır ve görev yerine gitmek üzere eşyalarını toplar, yeni aldığı kolalı gömleğiyle siyah sayaktan elbisesini giyer, eşyalarını seyahat edeceği vapura yükletir, yaşadığı,yetiştiği yerleri son bir kez görmek üzere dolaşmaya çıkar. önce ilk kez İstanbul’a ilk ayak bastığı bu yerde ön iki yıl öncesine, İstanbul’a ilk ayak bastığı güne döner, memleketini, İstanbul’a gelirken yaşadığı sefaleti, geliş nedenlerini anımsar. En son altı yıl çile doldurduğu Somuncuoğlu Medresesi’ne gider.Buraya memleketindeki hocaları tarafından gönderilmiş, Şahin Efendi’yi memleketinden uzak bir akrabası getirmiş,altı yılını geçirdiği medresenin karanlık ve nemli odasına “Sağ ayağınla gir oğul,nur-i hidayete burada kavuşacaksın” diyerek yine bu akrabası sokmuştu. Şahin Efendi geldiği o günü hatırlarken daha gerilere, çocukluğuna gider.
Açık güneş altında toprakla,çamurla oynarken ilmiyeden olan babası tarafından birgün tüm dünyayı gölgesi altına alacağına inandığı yeşil ordunun neferi yapılmak istendiği için başında yeşil sarıkla istemeye istemeye daima yadırgayacağı medreseye gönderilmiştir. O günleri düşünürken aklına oradaki hocaları gelir, özellikle de Hacı Fettah Hoca. Ders veremeyecek kadar yaşlı olan bu hocanın bir rüya gibi geçen derslerinin Şahin Efendi üzerinde etkisi büyüktür. Şahin Efendi, tekrar İstanbul’a ilk geldiği zamanlara, Somuncuoğlu Medresesi günlerine döner. İstanbul onun için karmaşık, büyük bir şehirdi ve o sadece derslerini düşünüyor, sadece kendi dersleriyle yetinmiyor aynı zamanda İstanbul’ un diğer büyük müderrişlerinin derslerini de takip ediyor bu özellikleriyle diğer sınıf arkadaşlarından ayrılmaya başlıyordu. Ancak ilk büyük hayal kırıklığını bu arkadaşlarından geldi.
Babasının bahsettiği birgün tüm dünyayı gölgesi altına alacağına inandığı yeşil ordunun neferleri olacak arkadaşları yanlız kendilerine bir zanaat elde etmek için esnaf çırağı misali köy çocuklarıydı. Dünyaları iptidai(ilkel) ve kabaydı. Dünya onlar için karalar ve denizler, gökte çakılı yıldızların altında omuzlarında iki hafiye meleğin oturduğu insanlardan ibaretti ki, bu dünyaya hükmeden, kadın yüzünü açtı diye tarlalara taşlar yağdıran çatık kaşlı bir Tanrı, ötesinde cehennemi kordan sıcak, cenneti dua eden müminlerle dolu İstanbul çarşılarından daha bol çarşıları olan geniş ferah bir öte dünyaydı. Şahin Efendi arkadaşlarının bu kadar dar görüşlü olduğuna inanamıyordu ama yine de onları suçlayamazdı. Ancak bir kaç ay geçtikten, arkadaşlarını ve özellikle yeşil ordunun kumandaları olarak gördüğü hocalarını,müderrişleri tanıdıktan sonra yeşil ordu ve neferleri hakkındaki düşünceleri tamamiyle değişti. Kumandanlar da neferler gibi dini menfaatlerine alet etmiş, saray casusuydular. Abdülhamit istibdatının en yoğun olduğu günlerde kimin casus kimin dost olduğu ayrılamıyordu zaten. Bu olaylar sonrasında Şahin Efendi’nin dine ve özellikle de ahiret inancına, ebedi hayata inancı zayıflamış, dalalete düşmüştü. Devamlı okuyor,araştırıyor, belli etmeden arkadaşlarının bu konudaki düşüncelerin öğrenmeye çalışıyordu. Ancak başvurduğu her kitap, danıştığı herkes ona sırtını dönmüş, onu inandıracak doyurucu bir açıklama yapmadığı gibi, kafirlikle itham edilmeye başlanmıştı. En sonunda Şahin Efendi itikadını ve inancını tamamen kaybetmişti. Artık medresede kalmak ona acı veriyor, kitaplar kurtlanmış kağıt parçalarına, dersler ağır bir yük geliyordu ona. Bu sırada yeni açılan Darülmüallimin’e girmeye karar verir ve sınavlarına girer, kazanır…
Şahin Efendi’nin yeni dini, inancı iptidai öğretmenliği, ilim ve fen olmuştu. Nasılki İstanbul’ a ilk geldiğinde tek hedefi bir gün yeşil ordunun sancağını dalgalandırmaksa şimdiki tek hedefi de ilim ordusuna neferler yetiştirmek olmuştu. Bu anıları arkada bırakarak Sarıova’ya gelir. Maarif müdürlüğüne gider ve orada ileride basına büyük işler açacak olan Eyüp Hoca’yla tanışır, belediyenin ziyafetine davet edilir.Emin Dede Başmüallimi için bu ziyafet bulunmaz bir fırsat olur, kasabanın önce gelen isimlerini, okulunun hocalarını, idadının(lisenin) müdürü ve hocalarıyla tanışır, kendisine müttefik olabilecek isimleri seçmesinde etkili olur. Artık herkesi tanır, Sarıova’da kendine bir yer edinir Şahin Efendi. Harekete geçme zamanı gelmişti. Mektebin hocalarından Rasim Efendi onun için bulunmaz bir müttefiktir ve onu kazanır. Bu sıralarda kasabanın önde gelenlerinden birini oğlu ile bir medreseli arasında hadise çıkmış, delikanlı kamışla sarığa vurmuştu. Bu kasabanın softalarının isyan edip sokağa dökülmesine ve güç gösterisi yapmalarına neden olmuş, ancak jandarmanın müdahalesiyle sakinleşmişti ancak bu olay Şahin Efendi’nin işini zor olacağını göstermişti. Şahin Efendi için en önemli sorun okul binasıydı. Bakımsızlıktan dökülen binayı terketmek gerekiyordu ancak yeni bina yapmaya kimse yanaşmıyordu. Yanaşsalar da seçilen hiç plan beğenilmiyor devamlı itirazlar geliyordu. Tam bu sırada belediyenin “deli” lakaplı genç mühendisi Necip, Şahin Efendi ve Rasim Efendi ikilisine yardım eder, onlara herkesçe kabul edilecebilecek ancak hileli bir plan hazırlar. Böylece hem istedikleri gibi bir bina elde edecekler hem de softalara kabul ettirebileceklerdi. Bu arada Necip Şahin Efendi nin ismini geri kalmış insanlara yakışacağını düşündüğü için kendisine Doğan Bey diyordu.
Bir hafta sonra Necip’in planı belediye meclisi tarafından onaylanmıştı ancak yeni bir engel daha çıkmıştı. Binanın yapılacağı arsanın köşesinde küçük bir medrese bulunmaktadır ve bu medresenin öğrencisi olan softalar, medreseyi terketmemekte direnirler, bu direnişe halk da katılıp ak sakallı dede hikayesi eklenince medreseyi yıkmak imkansız hale gelir. Tam bu sırada Necip’in aklına gelen cinlikle, yol yapım çalışmalarında kazara bina yıkılır, okulun yapılması için hiçbir engel kalmaz. Medrese oyunuyla Şahin Efendi’yi durduramayacağını anlayan Eyüp Hoca, onu insanların hırslarıyla vurmayı planlar. önce ona makam, sonra kadın en son da mal mülk teklif ederBunlar Sihapızade Medresesi’nin müderrisliği, evlilik ve ucuz yollu bağ bahçedir. Ancak gençliği softalar arasıda geçen Şahin Efendi hiçbirine inanıp kanmayarak yakasını kurtarır. Bu olayların akabinde “Sarıova” gazetesinde Müderris Zühtü Efendi tarafından yayınlanan “Sarığa hürmet vecibesi” adli yazıya cevaben Muallimler Cemiyeti’nde Şahin Efendi sarığa saygı gösterilmesinin gereğini onaylar ve 7-8 yasındaki öğrencilerin sarık sarmaması gerektiğini vurgular, sarığın başarılı talebelere ödül olarak verilmesi önerir. Böylece çocukların başından sarıkların atılmasının yolunu açar, bir-iki aya kalmadan tüm öğrenciler sarıklarını attırır.
Şahin Efendi’nin Sarıova’ya gelmesinin üzerinden 5-6 ay geçer. Bu süre zarfında perde arkasında kalıp kendine sağlam bir yer edinir kasabada. Ancak meydana gelen bir olay onu meydana çıkmaya zorlar. Hafız yetişmesi için Hafız Rahim Efendi’nin yanına verilen mahalle imamının büyük oğlu Remzi’nin Rahim’in sert tavırları ve ağır hıfz çalışmaları sonucunda hafız cemiyetinde daha hıfzına başlamadan ölmesi, cenaze töreninde annesini insanın için dağlayan feryadı ve kasaba cemiyetini suçlayısı, bir de bunun üzerine imamın küçük oğlunu Bedir’i de Hafız Rahim Efendi’nin yanına vermek istemesi bardağı taşırır. Şahin Efendi, imamı çocuğun annesinin yardımıyla ikna ederek çocuğun okula devam etmesini sağlar. Bunun üzerine Eyüp Hoca şiddetli bir harekete girişir. önce öğrenci velilerinden bir grup okula gelerek “hıfza başlayacak çocuk Allah yolundan döndürülemez” denilerek neredeyse Şahin Efendi’nin üzerine yürürler. Mesele Maarif Müdürlüğü’ne kadar gider, hakkında soruşturma açılır. İş bununla da kalmaz, veliler birbir çocuklarını okuldan almaya, medrese öğrencileri ise okulun öğrencilerine saldırmaya başlarlar. Nihayet Bedri’nin hastalık komedisi başlar. Necip,Rasim ve Şahin Efendi çocuk için bir doktor raporu alıp onun hıfz için yeterli olmadığını kanıtlamaya çalımaya karar verirler ancak başta belediyenin doktoru olmak üzere gittikleri hiçbir doktor bu yönde rapor vermez. Bedri ne okula devam edebilir ne de hıfza başlayabilir. Bu olay sessiz sedasız kapanırken Şahin Efendi ile Eyüp Hoca partisi arasında kısa sürecek bir ateşkes ilan edilmiş olur.
Bir gün okula peçeli, genç bir kadın gelir. çocuğunu kaydettirmek istediğini fakat hasta olduğu için getirmediğini söyler. Lakin acayip bir durum söz konusudur kadın haftada en aşağı iki kez geldiği halde çocuğu getirmemekte garip bahanelerle geçiştirir, Şahin Efendi’ye çok samimi davranır. Bu durumdan rahatsız olan başmüallim sonunda kadını kibarca kovar. Fırtınalı bir gece, okulda yanlız kalan Şahin Efendi’nin kapısı çalınır. Kapıda şu diye dilenen bir kadındır ve bayılır. Başmüallim onu yukarı taşır ve yardım istemek için dışarı fırladığında, okulun hocalarından Afif Hoca’yla karşılaşır. Durumu anlatır, yardım ister. Afif Hoca’da ona bunun bir tuzak olduğunu anlatır, böylece Şahin Efendi’yi büyük bir iftiradan kurtarır. Bütün bu olanlardan sonra tüyler ürperten bir olay olur. Halk, gece uykusundan kasabanın her tarafından görülen yüksek bir tepenin üzerinde bulunan “Kelamı Baba” türbesinin yanmakta olduğu haberiyle uyanır. Kerameti kendinden menkul bir yatır olan Kelamı Baba türbesi tamamen yanar ve hemen fail aranmaya başlar. Sonunda munzevi ve bedbin tavırları ve alkolikliğiyle tanınan Sarıova İdadisinin Fransızca ve hesap muallimi Mehmet Nihat Efendi suçlu damgası yer, hemen çeşitli yalancı şahitlerle iddia kanıtlanmaya çalışılır. Nihat Efendi yakalanır, yakalandığı gün halk lınç etmeye kalkar, olmadık hakaretler, ağza alınmadık küfürlerle sataşırlar, yerlerde sürüklerler, yüzüne tükürürler. Herkes Nihat Efendi’nin kundakçı olduğuna kesin gözüyle bakar. Artık Nihat Efendi vebali gibidir, karısı ve çocuğu bile aleyhinde şahitlik yapar, hiçbir avukat onu savunmayı kabul etmez. Şahin Efendi ise bu sırada kendisini ve arkadaşlarını tehlikeye atacak bir hamle yaparak Nihat Efendi’yi ziyarete gider, derdini dinler, sigara ve yiyecek götürür. Şahin Efendi ve arkadaşları idadı hocasını kurtarmak için kasabaya yeni gelen en az Necip kadar cesur, genç Avukat İhsan’la anlaşırlar. Fakat bu hareketlerinden sonra Şahin Efendi ve arkadaşları da itham altında kalmaya, haklarında dedikodular çıkmaya başlar. Mahkemeler başlar, hararetli tartışmalar, yalancı şahitler, bir anda ifade değiştirenler ve iftiralarla geçen duruşmalardan sonra umutlar yavaş yavaş sönmeye başlar. Lakin herşey bitmemiştir. Müteffikleri polis müdürü Kazım Efendi’nin çarşıda yakaladığı bir hırsızın üzerinden çok ilginç bir şey çıkar: Kelamı Baba türbesinin şamdanı! Hırsız konuşturulunca olay anlaşılır. Türbedarın oğlu türbedeki değerli eşyaları toplayım Antikacı Alber Efendi’ye satar, olay anlaşılmasın diye de türbeyi yakar. Kundakçı bulunduktan sonra Nihat Efendi serbest bırakılır, karısını boşar ve Sarıova’dan ayrılır.
2.KISIM
Bir mayıs sabahı kasaba top sesleriyle uyanan Sarıova, Yunan işgalinin yaklaştığını anlar. İzmir’in işgali her ne kadar ahaliyi tedirgin etse de Yunanlıların bu kadar hızlı ilerlemesini beklemezler. O gün kasabaya tam bir karmaşa hakimdir. Herkes toplanıp kaçma telaşındadır. Mutasarrif Müfit Bey ve belediye reisi devamlı telgraf başında haber beklemektedir. Kaçabilecek herkes yükte hafif pahada ağır eşyalarıyla yollara düşerler. Artık Sarıova’da işinin kalmadığını düşünen Şahin Efendi’ de bir kaç parça eşyasıyla yollara düşer, yolda vatan söz konusu olduğunda mangalda kül bırakmayan kasabanın ileri gelenlerinin nasıl da kaçtıklarına şahit olur. Bu arada yaşlı ve kaçamayacak olan yatalaklar geride bırakılmıştır. Bu geride bırakılanlardan biri olan nınesine bakmak için ailesini yanından kaçan küçük bir çocuk Emin Dede başmüallimini çok etkiler, onu kasabaya geri dönmeye zorlar.
Yunan ordusu kasaba sınırına dayanır, ancak girmek için sabahı bekler. Bu sırada polisler, müdürleri Kazım Efendi, Şahin Efendi’nin yakın dostu Rasim Efendi işgalcilerle çatışmaya girerler ve şehit olurlar. Tam bu sırada yayılan bir söylentiyle müslüman halk hıristiyan halka saldırmaya başlamış, mal ve mülkünü talana girişir. Şahin Efendi bunun Sarıova’yı felakete sürükleyeceğini iyi bildiği için sokağa çıkar, yüksekçe bir yerden halka seslenir, galeyana gelen halkı sakinleştirir, gayri müslim vatandaşlardan müslüman cemaati adına özür diler. Ertesi gün kasaba resmen işgal altına alınır, sokaklar derin bir sessizlik içerisindedir. Şahin Efendi, bir gece önceki başarısından dolayı işgalci komutan tarafından halkı sükunet altından tutmak için Büyük Cami’de vaaz vermekle görevlendirilir. Bu aslında onun için iyi bir mevkiydi, böylece kasabada daha rahat hareket eder olacaktır. Bütün bunlar olurken Deli Necip evine kapanmış, gelecekteki Sarıova’yı tasarlıyor, kendince işgalcilerden uzak duruyor, deli yanının ortaya çıkıp askerlere saldırmamak için kendini zaptediyordur.
Dini kendi mali gibi kullanan Eyüp Hoca ve partisi de sabah namazından sonra Yunanlı komutana giderek bağlılık bildirir, böylece yeniden kasabada ipleri eline alır. Şahin Efendi, elindeki vaizlik kağıdıyla ilk gece çatışmasında ölen ancak polis olduğu için Yunanlıların baskısı yüzünden perişan olan polis müdürü Kazım Efendi’nin evi ve ailesine yardım eder, işgalcilerle iyi geçinerek üç-beş aile babasını hapisten kurtarır. Evinden hiç çıkmayan Necip,bir gün kahvede otururken iki tane Yunan jandarma, silah aramak bahanesiyle kahvedeki yaşlıların üzerine aramaya kalkınca deliye döner, saldırır, ancak hunharca öldürürlür. Bu olay Şahin Efendi’yi derinden etkiler, günlerce yemez içmez. Hayattaki son sevdiği insan da olmuştur. Artık Şahin Efendi için tek amaç, kasabada eli silah tutan gençleri, sahte vaizlik belgesiyle iç kesimlere göndererek Kuva-i Milliye milislerine katılmalarını sağlamaktır. Sonuç: Savaş bitmiş, vatan işgalden kurtulmuştur.
Şahin Efendi, yaptıkları ortaya çıktıktan sonra kurşuna dizilmesinden çekinildiğinden dolayı Yunan adalarından birine sürgün edilir. Burada lokanta çırağı olarak çalışır, ağır hastalanır, aylarca hastanede yatar, bu sebeplerle hemen vatanına dönemez. Döndüğünde cumhuriyet ilan edilmiş, hilafet kaldırılmış, tekkeler, medreseler kapanmış, Sarıova’da kandilleriyle beraber hüküm süren Yeşil Gece müebbeden sönmüştür. Sarıova’da derenin üstündeki eski tahta köprü yıkılmış, onun yerine beton köprü yapılıyordur. Sarıova’da bulunan bir çok yer düşman tarafından yıkılmıştı. Bunların yerine beyaz taş binalar yapılmıştır. Şahin Efendi, eski okulu Emin Dede’ye gider, başmüallimle karşılaşır. Lakin karşılaşacağı biri daha vardır: cumhuriyetle beraber iktidarının bittini sandığı Eyüp Hoca! Emin Dede başmüallimi, Şahin Efendi’yi vatan hainliği ile suçlayıp kovar. Eski başmüallim kasabadan ayrılırken vatanını satan, işgal öncesinde koyu bir taassupla kasabaya hükmeden işgal sırasından işgalci orduyla işbirliği yapanların ya da aşabadan kaçanların, şimdi yine önemli mevkilerle kasabaya hükmettiğini, o yıllarca sürgünde vatan hasreti ve çeşitli ızdıraplarla yaşarken nasıl vatan haini damgası yiyip dışlandığını görür, sessizce derdini anlatabilmek için Ankara’ya doğru ilk geldiği gibi sessiz sedasız yola çıkar…
:mad:
Meraba