Hayal etmek hakkaten parayla değil ve insanoğluna verilmiş en değerli hediyelerden biri… Kapa gözlerine, ister güzel bir sofradasın, ister en sevdiğin kişiyle berabersin. Hele ki bi de yanında umut varsa zindanda olsan ne yazar?
Bi de rüyalar var tabii, Allah’ın bize gösterdikleri mi yoksa bizim görmek istediklerimiz mi bilemiyorum. Bazen o, bazen bu bazen de ikisi karışık.
Ben pek tarihçi ya da arkeolog olmak istemişimdir, keşfetmeyi, bilinmeyi bilmek, kayıp olanı bulmak hep hoşuma gider. Bunların için de hayaller de var. Çocukken kendimi büyük bir keşif yapmış ünlü bir arkeolog olarak hayal ederdim ya da herşeyi bilen bir tarihçi olarak. Ama ne yazikki gerçekler farklı, olmadı, olsun yine keyif aldığım bir meslekle hayatımı sürdürdüğüm için mutluyum.
Büyüdüm ama hala hayal kuruyorum:
Mesela bir gün çok zengin oluyorum ya da daha büyük bir sponsor buluyorum. Bol vaktim var ve başlıyorum gezmeye. İlk hedef İngiltere The British Museum, sonra Louvre. Biraz dinlendikten sonra baştan sona Mısır, piramitler ve Kahire Müzesi… Bitti mi? Bitmedi sonra Latin Amerika’da Azteklerden kalan ne varsa… Doyduk mu, doymadık. Sonra bir arabaya atlatıp tüm Türkiye’de ne varsa hepsi… Oradan Şam, Bağdat, kutsal topraklar. Eski dünyadan kalan ne varsa… Sonra da gördüklerim, duyduklarım, yaşadıklarımla bir tarihi bilim-kurgu romanı yazmak.
Aslında askerden önce başlamıştım. Adını Mareşal koymuştum. “Sanayi devrimiyle dünya medeniyete kavuştu sayemizde aga” diyen batıya inat, bin yıllar önce teknolojinin geliştiği bir dünyada iktidar mücadeleleri, bölünen dünyadaki mücadeleler ve bize öğretilen tarihin arkasında yaşananları konu ediyorum. Zengin olup dünyayı gezmek hayalimden daha gerçekçi sanırım bu roman fikri. Bakalım bitirebilecek miyim? Ya da bitirsem bile istediğim gibi olacak mı?