Pek sevgili okurlarım, yine yeni yeniden blogumu fazlasıyla ihmal ettim. Neyse yazacak pek çok şey birikti, yavaş yavaş başladım yazmaya.
Efendim bildiğiniz üzere (ya da bilmiyor da olabilirsiniz ayıp değil :)) bu alacabulacakaranlık serisini bizim hatunun sayesinde pek bir takip ettim, güzel güzel, şeker şukela yazılar yazdım. E tabii son filmi yazmazsam ayıp olur dedim.
Önceki yazılarım:
- Alacakaranlık – Yeni Ay
- Alacakaranlık Efsanesi: Şafak Vakti – Bölüm 1 (The Twilight Saga: Breaking Dawn – Part 1)
Bu film aslında yeni modanın bir başlangıcı. Tek film yapak, ikiye üçe beşe bölüp kakalayak tarzı. Neyse ticari mevzulara girmeden devam edeyim, ancak şimdiden uyarayım filmi izlemediyseniz ufak ip uçları içerebilir, vay efendim sonunu söyledin falan demeyin :)
Mevzu Bella ablamızın vampirliğe geçip anne olduğu noktadan başlıyor (önce anne olup sonra vampir oldu aslında). Tabii insanken hamile kaldığı için doğan çocuk yarı vampir yarı insan oluyor. Bu durum vampirlerin kraliyet ailesi sayılabilecek Volturi sülalesini rahatsız eder. Volturi deyip geçmemek lazım, bu vampir alemi bunlardan soruluyor, raconu bunlar kesiyor, fetvayı bunlar veriyor falan.
Neyse film boyunca Callenlar (edward abimizin familyası) tüm dünyayı gezip çocuğun zararsız olduğuna şahitlik edecek diğer aileleri toplamaya çalışırlar.
Filmin finalinde de Callenlarla yandaşları Volturi krallığıyla karşı karşıya kalırlar. Aro (bu kral işte) “bu çocuk şöyle böyle bunları yokedelim” falan diye efelenirken Alice gelecekte (gelecek derken 10 dakka sonrasını) olacakları gösterince bir tırsma bir yusuf yusuf durumuyla anında kıvırıverir, Edward ve familyası bir ömür boyu mutluluğa yelken açarlar.
Neyse bu 3leme mi desem dörtleme mi desem seri şükür bitti. Daha bir iki kitap varmış. Bu seri Bella gözündeyken diğer kitaplar Edward’ın gözünden anlatılıyormuş. Bizim hatun bu konudaki yaklaşımına bayıldım: Yeni serinin ismi de “Alacakaranlık Edward’ın Yolu” olur herhalde dedi, gülmekten kendimi kaybetmişim :)
Bir başka seride görüşmek dileğiyle :)