İlk gün sendromu

-->

Maşallah dükkanımız her geçen gün daha daha büyüyor, aramıza yeni arkadaşlar katılıyor. Dikkat ediyorum iki dirhem bir çekirdek geliyorlar ilk gün.  Zaten öyle olması da lazım.

Neyse, adettir / ritueldir, yeni gelene yönetici eşliğinde bütün dükkan gezdirilir, herkesle tanışması sağlanır.
Yine böyle bir tanışma sonrası ben de Netsis’teki ilk günümü düşündüm.
Askerden geleli henüz bir hafta olmamıştı.  Sabahtan iyte dağlarındaki eski bir hesabı kapatmaya gitmiştik. (Mafya hesaplaşması değil canım Derin İYTE mevzuları :) )

Üzerinde özensiz bir kazakla eski bir kot vardı. Hesabıma göre işe girişle ilgili evrakları alıp gidecektim. Kimseyi görünmeden halledeyim, ilk iş gününde (ertesi gün mesela) bayramlıklarımı giyer gelirim diye düşünüyordum.

I-ıh öyle olmadı işte, ilk gün ritüelini ahanda işte o gün yaşadım :( Neredeyse tüm şirketle o gün tanıştım. Kim bilir o an benle tanışanlar ne düşündüler bilmiyorum ancak bir hayli utandığımı hatırlıyorum. Neyse rutin halimle tanışmış olmaları da iyi oldu.

Teknolojik aletlere karşı dayanılmaz açlığım, giyim kuşam, dış görünüşe sıra geldiğinde kelimenin tam anlamıyla yok oluyor.

Netsis’teki ilk günümden sonra başka hangi ilk günlerde ne anım var diye düşünmeye koyuldum…

Şöyle bir liste çıktı, buyrun umarım sıkılmazsınız:

İlk okuldaki ilk günüm

Mini mini birler olarak “sarı kurdela”lı 1D öğrencisi ben okuldaki ilk günümde utangaç kişiliğimle zor anlar yaşadığımı hatırlıyorum. Mesela öğretmenimiz Arife Peker “kimler 1den 100e kadar sayabiliyor” dediğinde utanıp parmak kaldıramamıştım. Hala içinde yaradır, sanırım bir gün bir topluluğun içinde bağıra bağıra 1den 100e kadar sayacağım :)

ha bir de o gün okul çıkışında teneffüs zannetip çantamı okulda bırakmıştım, bu da düşündükçe “vay salak” diyorum bünyeme…

Ortaokuldaki ilk günüm

Çok kayda değer bir durum yoktu ancak ilk kez kravat takıp ceket giydiğim için çok heyecanlı olduğumu hatırlıyorum. Bir anda büyümüştüm sanki, öğretmene hoca demek ile başlamıştı herşey :)

Hakkat büyüdük de ne oldu, bilemiyorum. şarkıda dediği gibi “biz büyüdük ve kirlendi dünya”.

Lisedeki ilk günüm

BAL’daki ilk günümü, ne hissettiğimi ne düşündüğümü hiç hatırlamıyorum, sanki hiç yaşanmamış gibi. Ancak Özel Deniz Lisesi’ndeki ilk günümü çok iyi hatırlıyorum. Hani bir laf var ya “kalabalıklar içinde yanlızım” diye. ahanda işte o an bu andı. Kimseyi tanımıyordum, kimse de beni tanımıyordu. Ayrıca ilk defa karşılaştığım bir ekonomik bir sınıftan insanlarla aynı ortamdaydım. Emekli maaşıyla ablamı ve beni okutan annemi düşündüm, bu okulda burslu okuyacaktım. Eski Türk filmlerindeki zengin çocukların fakiri ezdiklerini düşündüm, içim ürperdi, hatta korktum.

Ama öyle olmadı, belki bir saat sonra beni içlerine aldılar ve hiç bir zaman bir sıkıntı çekmedim. O gün ön yargının nasıl bir saçmalık olduğunu öğrendim.

İYTE’de ilk günüm

Hiç unutmam 13 Eylül 2002 günüydü. İYTE dağlarına kayda gelmiştim. Yaklaşık bir saatlik yolculuktan sonra vardığım İYTE’de o zaman yeni bitmiş olan Merkezi Kafeterya’nın önünde durdu dolmuş. Ben hayran hayran binaya bakarken ayağımı dolmuştan dışarı tam attım ki o sesi duydum, yıllarca kahrını çektiğimiz çamurun sesini…

“Şaappppp” sesiyle kendime geldim, toprak yolları ve çamur olan paçalarımı gördüm. Bu olay İYTE’deki bir çok günümün özeti gibiydi.

Öğrenci Konseyi’nde ilk günüm

Öğrenci İşlerinde fakülte temsilcilerinin katılımıyla yapılan seçimin sonucunda başkan olmuştum. Yine üstüm başım özensiz ve düzensizdi. Urladan gelip alelacele katılmıştı toplantıya.
Hiç unutmam elimde hiç bırakmadığım bir gazete vardı. Sanırım ondan güç alıyordum. Başkan seçildikten sonra yurda gitmek üzere binadan çıktım, o ana kadar “başkan oldum lan, oley” sevinci içindeyken bir anda soğuk esen İYTE rüzgarı beni kendime getirdi, uzayıp giden İYTE dağlarına uzun uzun baktım. Çok büyük bir sorumluluk aldığımı hissettim – farkettim, sanki tüm İYTE sırtıma binmişti, tepiniyordu. Hani bi yerin incinince hemen anlamazsın da soğunca – zaman geçince acıyı hissedersin ya işte tam da öyle birşeydi…

Korktum, hem de çok korktum o an. Yurda gidene kadar uzun uzun düşündüm, korkum aldığım sorumluluğun altında ezilmek, küçücük kalmaktı. Bir heyecanla aday olmuştum ancak şimdi görev beni bekliyordu.
Neyseki günler geçti ve Gürhan kardeşimin yoğun desteğiyle altında kalktık, alnımızın akıyla başa çıktık. Hala biliniyor ve anılıyor olmak o günkü korkumun yersiz olduğunu gösteriyor.

Beyaz Piramit’te ilk günüm

Ofisteki ilk günümü hatırlamıyorum, ancak Alperen’le muhasebecimize gidip şirket kuruluşu için imza attığımız günü hatırlıyorum. O da ilk gün sayılır en nihayetinde.
Gittik, 10000 TL sermayeli “koskoca” bir şirket kurduk, daha doğrusu kuran imzaları attık. O gün o kadar çok imza attım ki, şirket değil de devlet kuruyoruz sandım.
İmzaları attık, çıktık. Ağustos ayıydı, ortalık sıcaktan kavruluyordu. Kuru sıcak tepemizi haşlarken mutlu mutlu durağa yürüdük. Durakta beklerken cebimi yokladım. sadece 5 lira vardı.
Güldüm, 10000 liralık şirketim var ancak cebimdeki para beni Torbalı’ya ucu ucuna götürecek kadardı. Hatta Torbalı’ya geldiğimde şehiriçi dolmuşlara verecek param kalmadığı için asfalttan eve kadar yürümüştüm…

Onur Yazılım’daki ilk günüm

Bizim dükkanı kapatıp gelmenin sersemliği ve şaşkınlığı içinde (“doğru mu yaptık lan acaba” konulu) ilk iş günümde işe biraz geç kaldığımı hatırlıyorum. O gün uğur’da kalmıştım, sohbet muhabbet derken geç yatıp geç kalmıştık. Neyse patron anlayışlı adamdır, ne ses etti, ne bişi dedi.

Askerdeki ilk günüm

Görev yerim güzel bir yere çıkmıştı, Ankara İl Jandarma Komutanlığı. Birliğime giderken bindiğim dolmuşta bir abi sayesinde sıra beklemeden, üstüm başım aranmadan “hopp” diye içeri girdim. Bu açıdan çok şanslıydım, ancak akşamına bizi eğitecek üsteğmenin uzun uzun konuşmasını dinlerken Allahım nasıl geçecek diye düşünmeye başladım.
Akşam içtimasından sonrasında yatağa uzandım. Ne hissettim nasıl hissettim şu an tarif edemiyorum. Biraz özlem, biraz tutsaklık, biraz korku, biraz yanlızlık… Belki en önemlisi de bilinmezlik, benliği teslim edip ön göremediğin bir dünyanın içinde kalmak. Bir kısım da şarkıda dediği gibi “aklımın iplerini salmak”… Şükür çabuk geçti ya da çabuk unuttuk, bilemiyorum…

Comments are closed.