Dijitalleşme Çağı

-->

2007 yılının soğuk bir mart akşamında üniversitem İYTE’deki yurt odamın balkonunda oturuyordum. Balkonum denize nazır ve dondurucu rüzgârlı olmasına karşın, yurda yakın okulun kablosuz internet erişim noktasına bir şekilde bağlanma umudum sayesinde üşüdüğümü anlamıyordum. Bir yandan da arkadaşımın kaydedip bana verdiği iPhone tanıtım videolarını (Lansman) izliyordum. Açıkçası çok etkilenmiştim, cep telefonu, bilgisayar, dokunmatik cihazlar uzun süredir hayatımızda vardı, ancak böyle bir cihazın dünyada bir çok şeyi değiştireceğini düşünmüştüm.

O akşamı takip eden bir zaman, bu yeni cihaz hakkında bölümden Ahmet Koltuksuz hocamızla sohbet ederken şöyle bir cümle kullanmıştı. “Gelecekte internete girmek diye bir deyim olmayacak zaten her zaman bağlı olacağız” demişti. Devamlı internete bağlı olmak, bir nevi bağımlı olmak demek değil miydi acaba?

Geçmiş

Sonra Facebook girdi hayatımıza. Gerçi 2004’ten beri vardı, hatta öncülleri vardı MySpace vs. gibi ancak bambaşka sadelikle 2008 yılında kıyılarımıza vurdu, bir anda onun üzerinden “sosyal”leşmeye başladık.

Yeni yeni kavramların baş döndürücü hızla hayatımızın bir parçası haline gelirken, iletişim konusunda insanoğlu da tarihinin en hızlı gelişme kaydettiği döneme girdi. Telefonun 50 milyon kullanıcıya ulaşması için 50 yıl geçmesi gerekirken cep telefonları için 12 yıl yetti. Facebook içinse sadece 4 yıl yeterliydi. 2016 yılına geldiğimizde ise 6 Haziran günü yayınlanan çevrimiçi Pokemon Go oyunu, 25 Haziran gününde yani sadece 19 gün sonra 50 milyon kullanıcıya ulaşmayı başardı. (Kaynak: https://www.visualcapitalist.com/how-long-does-it-take-to-hit-50-million-users/ )

İletişim teknolojilerinin başlangıcını yazı, yazının tarihini de 5000 yıllık kabul edersek, insanoğlunun 20 yılda kat ettiği yolunda sonuçları neler oldu?

Oturduğumuz yerden, yemeğimizi ısmarlayıp, adını haritada bile bulamayacağız bir yerdeki o an neler yaptığını izleyebiliyor, alacağımız ürünün dünya üzerindeki her nerede olursa olsun satıcısına ulaşıp istediğimizi alabiliyoruz. “Kara tren gecikir, belki hiç gelmez” (Özhan Eren – Kara Tren) dizeleriyle başlayan türküdeki gibi gelecek iki satır mektubun özlemini çekmemize gerek yok artık. Dünya üzerindeki bir insanla hem yazılı hem sözlü hem de görüntülü görüşebiliyoruz. Şirketler, devletlere bile sosyal medya üzerinden ulaşabiliyoruz, dünya giderek “düz”leşiyor.

Peki başka neler oluyor, artık en zengin, en büyük şirketler, petrol, perakende ürünler, inşaat malzemesi ya da otomobil satmıyor. Bilgi sunuyor, işliyor ve onu satıyor. Evet, bilgi.

Anlamlı veri

Değersiz ve anlamsız olan veriler toplanıp anlamlandırılarak bilgi yaratılıyor ve dünya şekilleniyor. Bu konu açılınca hep şu hikâye aklıma geliyor, belki de verinin bilgiye dönüşme hikayesinin ilk örneği olduğu içindir.

Kolera, 19. yüzyılın ortalarına doğru İngiltere’nin her bir tarafında on binlerce insanı öldürüyordu. O dönem hakim görüş olan “Miasma Teorisi“ne göre hava yoluyla yayıldığı düşünülüyordu. Britanyalı Doktor John Snow, kurbanlarını birkaç gün içerisinde öldüren bu gizemli hastalığın Londra’nın içme sularında gizlendiğinden şüphelenmekteydi. Snow, salgının ortaya çıktığı yerleri belirleyebilmek amacıyla hastane ve morg kayıtlarını araştırdı, yerleri Londra haritası üzerinde işaretlemeye başladı. Ölümcül vakaların şehrin önemli bir içme suyu dağıtım pompası olan Broad Caddesi Pompası yakınlarında kümelendiğini keşfetti. Elde ettiği bu bilgi, kolera ile savaşta büyük bir avantaj sağladı.

İşte bu şekilde günümüz teknoloji şirketleri, yaptığımız paylaşımlardan, aradığımız sözcüklerden, incelediğimiz ürünlerde gelecek ilgili planlarımızı anlamlandırılıyor. Bize yeni şeyleri nasıl satacaklarını düşünürken belki de gelecekteki politik yapıyı da şekillendiriyor.

Şirketlerin büyüklüğü o kadar inanılmaz ki, tek başına ordu kurabilecek ve birçok ülkeye kafa tutabilecek düzeye ulaşmış durumdalar. Peki, dünyanın en güçlü görünen ülkesini başkanının hesabını askıya alabilen bir şirketi düşününce, özgür iletişimin doruğuna çıkardığını iddia eden Facebook ya da Twitter’da karar verici artık kim?

Hayatımızın ayrıntıları paylaştığımız ve üzerinden sosyalleştiğimiz bu mecralar, hayatımız üzerinde ciddi bir değişiklik yapmışken pandemi sonrasında evlere kapanmamızla işler iyice değişti. Artık en yakınlarımızla olan görüşmelerimizden iş ile ilgili en önemli toplantılara kadar her şeyi uzaktan ve sayısal iletişim yollarıyla halletmek zorundayız.

“Yeni normal”de insan iletişimi tamamen sanal aleme taşınırken, iletişimin %65-70 ni oluşturan beden dilimizin kaybolup gitmesiyle insanlık yani çağa mı kayıyor? Şüphesiz biz “offline” yani iletişimin tadına varmış bir nesil olarak, fiziki iletişimi her zaman üstün tutacağız. Peki, bu yeni normalin içine doğan, “televizyonun içinde acaba küçük adamlar mı var” diye hiç düşünmemiş olan yeni nesiller için gerçek normal bu mu olacak?

Şirketler üstü, devletler üstü, devlet birlikleri üstü şirketlerin attığımız adımdan ne zaman kalp krizi geçiririze kadar topladığı verilerle bir “SkyNet” yaratırsa, insanlık bu mücadeleye hazır mı?

Son post paylaşıldığında, son hikâye atıldığında, son Whatsapp / Telegram mesajı gönderildiğinde, insanlık anlayacak…

Gerisini sizin yorumunuza bırakıyorum…

Comments are closed.